Farklı insanlar, farklı kültürler. Saçma sapan işler ; bir yanda muhafazakarlıktan beynini yitirmiş genç bireyler, bir yanda abazanlıktan farklı bir geometrik cisim oluşturmuş canlılar. Tüm bunların yanı sıra, çok daha farklıları da var. Ortam çocuğu ambiyanslı denyolar, emolar, pis metalciler, normal memur sıfatlılar vesaire vesaire.
Bu kadar farklı cinslere ev sahipliği yapan bir kültür başkentinde yaşamak... güzel bir hayat duruşu olsa gerek. Sanki tek derdim bu amına koyim. Değil tabi ; maddi problemler, çıkar ilişkileri, ders notları, duygusal sik kırıklıkları, ailenin zihinsel tecavüzleri, çoğu zaman bıktıran arkadaş geyikleri, her gün için " ne yapsam acaba ? " tripleri ki en çok da buna hastayımdır. Ne yapsam acaba, hmmm dur yahu şu oyunu bir biteriyim, ardından dün indirdiğim filmi izler, msn de geyik yapar, biram vardı onu içerim. Dünyada 1 ay içinde benim kadar dejavu yaşayan varsa, orospu çocuğudur.
Çok fazla kafaya takılacak şey varmış, ki hep vardır zaten. Dünyanın en kalender, en dertsiz, en siki taşağına denk adamı da olsanız, illaki bir sorununuz olur. Hep bir bok çıkar, çok zengin olursunuz paso bir yerden akrabalar türer. Filmlerden biliyoruz güya ama etnik köken olarak, uzak bir coğfraya da değiliz olur bunlar. Okul biter, dert yok tasa yok derken, birden kışla içersinde kendinizi buluverirsiniz. Kızsanız şanslınız tabi. Ama hayat herkes de benzer bir akışkanlıkta ilerlemekte. Doğ, büyü, yaşa ve öl. Lan hep aynı doğrultuda bu işler, okulunu bitir, askerliğini yap-gel, iş hayatına atıl, biriyle tanış veya mevcut olanıyla evlen, çocuk sahibi ol. Benim bu olguya ne kadar karşı çıkan anarşist abilerim vardı. 35'e gelmeden evlendiler. Düşünüyorum da... yok lan yok.
İşte iş bu şekilde olunca insanımızın verdiği abuk subuk replik cevaplar vardır. Her şeyi bırakıp x yerde bar açmak. Ulan 2010 yılındayız, Devlet Bahçeli matematiğiyle bile hesaplasan ; Bodrum'dan bir kiralık da olsa bir yeri alıp, adam edip, bar yapmak ne kadar sermaye ister ? Hiç düşündün mü ? diye sorarsan adama, bütün hayalini siker atarsın. Aslında paranın bu dünyada geçerli olmadığını düşün, ohh git kur, gelsin ingilizler, gitsin fransızlar, ohh tekilalar, elektronik müzik, hafta sonları blues partyler falan. Güzel tabi güzel de, ne yazık ki 5000 önce lidyalıların başlattığı bir fikir akımıyla devam ediyoruz. Halbuki takas sistemi ne güzeldi.
Olaya farklı bir bakış açısı getirilse ya, ulan asırlardır kimse bunu düşünememiş amına koyim. Bu gece kafam güzel ben düşündüm. Ya o orospu çocukları lidyalılar, amerikalılarla aynı dönem yaşasydı ? soykırıma uğrayıp, yok olsalardı ve bugün halen daha para diye bir şey olmasaydı ? Neler olurdu amına koyim diye aklıma bir fikir geldi. Amerika nerden çıktıysa artık. Muhtemelen bira ve sigara alabilmek için göt veriyor olabilirdik burası gerçek. İyi yönleri var sanırım halen kestaneyi çizdirmedik. Ya kötü yönleri... manevi değeri çok yüksek ama maddi değeri 0 olan herhangi bir şeyi son model bir Aston Martin ile takas ettiğini düşün, şimdi de hüzün bastı, efkar oldu her yer değil mi ? Dünyayı düşünerek kurtaramadığımızı bir kez daha anladıysak ve durduk yere sırf bunaldığın için Bodrum'da bar açamayacağını da tekrar teyid ettiysek, tamam işler yolunda demektir. Gerçek dünyaya tekrar hoş geldin.
Bakıyorum da son yıllarda hakikaten ülkemiz büyük bir sekteye uğradı. Ulan eskiden herkes sanki sovyet devrimi varmışcasına takılırdı. Ne bileyim, hepimiz aynı hayati bakış açısına sahiptik, hepimiz Fifa 99'u sever, John Motson'a bayılırdık. Hepimiz Adidas Allstar giyerdik ama hiçbirimiz, birimize ; " ulan ne götoş ne özenti bir herifsin. sen de mi allstar giyiyosun lan amcık kuşu ! " demezdik. Mavi jeans kot pantolon ve Lcw t-shirtler falan da vardı. Şimdi bakıyorum da ; Ugg botlar, Burberry atkılar, siyah altın çizgili Adidas eşofmanlar falan. Hayır yine psikanalize girip, Freud'e bağlayıp, " ulan bu memleket nereye gidiyor ? bizim zamanımızda... paranın para zamanı ben... " gibi cümleler kurmayacağım da harbiden çok uyuzuma gidiyor lan.
Her gün siktiğimin okuluna giderken, istiklal caddesi'nde yürüyüp, o starbucks'ta kahve içip muhabbet eden tiplemeleri kesiyorum. Hayır sırf bir gün yanlarına oturucam acaba ne konuşuyorlar diye de, az çok tahmin ediyorum. Niyeyse bu portreyi her gördüğümde aklıma, tabutta röveşeta filmi gelir. Birinin hayatta kalma mücadelesi ama diğer filmlerden çok farklı. Bunu öldüren, eli silahlı CIA ajanları değil hayatın ta kendisi, öz acımasızlığı. İşin garibi ben de bu sahneyi düşünürken hep bir sonraki yokuştan sağa dönüp nevizade sokağına giriş yapıyorum. Yaşasın komünizm deyip soluğu Mc Donalds'da almanın bir farklı versiyonu olsa gerek.
Ama gerçek dünya bu, ayık çekilir mi ? O sahte dünyayı tekrar yaşatsın, kafayı yastığa koyup da rahat uyumak için hepsi. O değil de şimdi her şeyi bırakıp Bodrum'da bar açmak vardı...
31 Ocak 2010 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)